Çadırın sıcaklığıyla mı yoksa rüyamın etkisiyle mi bu kadar terlemişim anlamıyorum. Gece çadıra nasıl girdiğimi anlamaya çalışırken elimle telefonuma ulaşmaya  çalışıyorum. Saat 06:07 olduğunu gördüğümde anlıyorum ki çadırın bu kadar terletecek saatlerinde değiliz. Atmosfer olarak güzel bir rüya olduğunu söyleyebilirim fakat ne kadar gerçekçi yaşamışım ki yorulmuş, terlemişim. Kendimi, bedenimi toparlayarak çadırdan çıkma kararı alıyorum. Hava hafif hafif esiyor, güneş sıcaklığını içinde hazırlıyor gibiydi. İşte benim saatlerim… Usulca yanımdaki çadırlara bakıyorum, biraz ileri geri adımlarla hışırtı sesi çıkartarak tepki ölçüyorum. Güzel herkes uyuyor hemen kuru bikinilerimi, güneş kremimi ve şapkamı kapıp doğru denize, yeni bir koy keşfine.

Koy demişken tatil rotamızın birden nasıl Kaş’a kaydığını hesaplamaya çalışırken kendimi Mengü’yü düşünürken yakalıyorum. Mengü ne alaka ya diye yine kendime çıkışırken dün sabah bu saatlerde onunla tanışmış olduğumu, tüm günü onunla geçirdiğimi dolayısıyla da yolun Kaş’a bir şekilde geldiğini fark ediyorum. Tamamen akış yapıyor. Kendimle bu konuşma işini durdurabilmek adına serin suyun içine dalıyorum. Derine iniyorum biraz  ve gözlerimi açıyorum. Burası ne kadar sessiz olsa da ne kadar suyun içine, derine  dalsam da içimdeki sesi duymaya devam ediyorum. Yanlış anlaşılmasın içimdeki sesi duymayı seviyorum. Ve şu an bu mavi derinliğin içinde etrafımda yüzen farklı balıklarla olma hali benim için çok özel. Tam şu an yaşadığımı daha iyi hissediyorum. Her şey yavaş, ışıltılı baloncuklar, balıklar ve ben sanki bambaşka bir evrendeyiz, ki öyleyiz. “Bir de rakı şişesinde balık olsam” diyen Orhan Veli de bizimle şimdi bu evrende. Nefesimi daha fazla tutabilmek ve biraz daha bu anda kalabilmeyi dileyerek usulca balıklara el sallıyor, kendimi yukarı doğru süzüyorum.

Sabahın erken saatinde yüzme fikri bu koyda da bende olduğu için, denizle baş başa bu buluşma anımıza kimse ulaşmadığı için teşekkür ediyorum kendime, hayatıma, her şeye… Suda olma hissine bayılıyorum, suyun sözlerimi kaydetmesi, hafızası bilinciyle güzel şeyler fısıldamayı çok değerli buluyorum, suyun şifasını düşünürken bu defa Tomris geliyor aklıma. Acaba onu yeniden görebilecek, onun o engin bilgelik taşan nehrinden nasiplenebilecek miyim diye düşünüyorum. İlerde bir gün kız çocuğum olursa Tomris kadar zeki, okur, keşfetmeyi seven, böyle muazzam bir kız çocuğu olabilmesini de diliyorum. Keşke onu da tatil bitmeden görebilsek diye içimden geçirirken telefonumun çalışıyla beraber yine dünyaya dönüyorum. Arayan acaba Mengü’mü diye bir heyecanla etrafa su sıçrata sıçrata kıyıya koşuyorum. Saçlarımdan, ellerimden damlayan sularla birlikte telefon, havlu her şey su oluyor. Dolayısıyla tek bakışta ismi seçemiyorum çabucak kurulanmaya çalışarak gerilimi giderek artırıyorum. Meri arıyor olduğunu görünce ki hislerimi az çok tahmin ediyorsunuz herhalde.

Kahvaltımızı yapıp Muğla’ya dönmemiz gerektiğini çünkü ekibimize bir arkadaşımızın daha katılacağını ve onun Muğla’ya geldiğini söylüyor. Onu alıp bu  bölgede farklı bir kamp alanına gideceğimizi ekliyor. Mutlu oluyorum çünkü belki Mengü neredesiniz diye sorduğunda kilometrelerce uzağındayız demek zorunda kalmayacağım. Tatilimi Mengü’ye göre ayarlamayacağım elbette fakat onunla biraz daha vakit geçirmeyi de istemiyor değilim.

Hızlıca kamp alanına geldiğimde, yine arkadaşlarımdan sesler yükseliyor.

“Oh oh Balkın hanım burada da keyifler yapılmış oohh.”

“Sabah ritüeli bittiyse artık hadi bakalım.”

“ Ya lütfen bir dahakine beni de uyandır merak ediyorum şu sabah suyu olayını.”

“Uyanmıyorsun ki” diyorum en son gelen serzenişe ve ekliyorum.

“Ayrıca gitmeden şöyle bir bakınıyorum size mışıl mışıl uyuyorsunuz kıyamıyorum. Ama bir dahakine büyük gürültü çıkartacağım bakayım kim uyanacak ve benimle gelecek. O kişiye istediği içeceği ısmarlıyorum.”

Hep beraber neşeli bir kahkaha patlatıyoruz ve diğer taraftan da çadırları toplamaya başlıyoruz. Tam da bu kısımda tabi yine herkesin en merak ettiği konu: Mengü mesaj attı mı ya da aradı mı? İyi bari en azından tek başıma düşünmüyorum hep beraber düşünüyoruz. Harika bir haber. Şimdi onlara o şaşırtıcı cevabı vermek için hazırlanıyorum. Ve tam o sırada telefon çalıyor. Arayan o, evet o şaşırtıcı cevabı ben değil evren veriyor.

“Ooooooo.” Ve herkesten ortak çıkan o ses.

“Durun ne oluyor? Her arayan arkadaşa böyle mi yapalım ayıp yaa.”

Diyorum tabi, gülümsememi gizleyemiyorum arkamı dönüp biraz ileriye doğru gitmeye çalışırken “arkadaş!” yorumlarını ve kahkahalarını duyuyorum. Umarım Mengü duymuyordur.

“Günaydın Balkın hanım, bugün hangi koydan hediye taşlarınızı topladınız bakalım?” sormasıyla hatırlıyorum. Doğru ya bu sabah bu ritüeli gerçekleştiremediğime biraz sonra üzüleceğim.

“Günaydın Mengü bey, bu sabah suda o kadar vakit geçiremedim maalesef o yüzden de hiç hediye taşım yok.”

“Öyleyse çok güzel hediye taş veren bir deniz koy biliyorum. Neredesiniz bakalım?”

“Şahane bir haber bu! Biz şimdi Kaş’tan yavaşça toparlanıyoruz. Ekibimize bir arkadaşımız daha katılıyor, onu da alacağız Muğla’ya dönüyoruz. Sonrasına bakacağız daha karar vermedik. Neresiymiş o hediye sever koy.”

“Göcek taraflarına gelirseniz eğer tekne turu yapabiliriz. Koy koy gezer yüzeriz güzel adalar var, hepsinde de çok güzel hediye taşlar var. Hatta sürpriz bir şeyler daha olduğu söyleniyor suyun içinde seni bekliyor olabilir.”

“Sen de bizimle olacaksın yani, değil mi ? Öyle anlıyorum. Ben bizimkilere bir sorayım bakalım rotamızı konuşalım haberleşelim.”

“Siz bu tarafa doğru gelene kadar ben de buradaki işlerimi hallederim. Bugün de rehberlik yapabilir miyim acaba diye şansımı deneyeyim dedim.”

“Teklifimiz hala geçerli.”

“İşte kenarından kıyısından değerlendiriyorum diyelim.” Ben tabii ki gülümsüyorum ağzım herhalde otoban kadar genişledi diye tahmin ediyorum ki uzaktan ekibin işi gücü bırakmış bana güldüklerini görebiliyorum. Mengü’nün de güldüğünü anladığım yumuşak ses tonu da iyice kendimi bırakmama neden oluyor.

“O zaman dönüşünüzü bekliyorum Balkın hanım.”

“Tamamdır bekleyin bakalım Mengü bey görüşmek üzere.”

“Görüşürüz.”

Neşeli neşeli yanlarına gidiyorum. Ve  bir an önce rotamızı öğrenmeye çalışıyorum. Hep birlikte dikilmiş beni ve gelişimi izliyorlar ayrıca gülüyorlar.

“Göcek tarafına gider miyiz ekip? Ne diyorsunuz?” diyorum ben de gülerek. Madem bu kadar dalga geçiliyor o zaman ben de bu durumu kullanırım diye düşünüyorum.

Az önceki güzel konuşmanın ardından ellerimizde eşyalar ile beraber kahvaltı alanına doğru ilerliyoruz. Herkes durulmuş, biraz açlığın verdiği bir tatlı hal sarmıştı hepimizi. Kendi içlerinde konuşmaya dalmış ama dışardan bakıldığında sessiz bir kalabalık olarak tanımlanabilirdik. Kim bilir herkes ne düşünüyordu? Benim ne düşündüğümü hepimiz tahmin ediyoruz. Öyle değil mi?

Denize sıfır, oturduğumuz masada üstümüzde rüzgarla birlikte tatlı tatlı salınan sazlıklar eşliğiyle ve begonya çiçeklerinin gelen kokusuyla kahvaltımızı bekliyoruz. Menemen, peynir çeşitleri, farklı farklı reçeller geliyor masaya ve hepimizde o derin sessizlik başlıyor. Yemek yemek dünyanın en güzel şeyi olabilir, özellikle kahvaltı anı!

“O zaman ekip şöyle yapalım zaten Göcek tarafı planımızda vardı, biraz daha ilerleyen günlerde giderdik diye düşünüyordum ama tabi Balkın hanımın aşık olacağını hesabıma katamadım.” Demesiyle bütün masa kahkahaya boğuluyor. Ben de ciddi ciddi dinliyorum tatil rotasını anlatacak diye bütün ciddiyetimle ama… İyice laf vermişim onlara haberim yok.

“Ya ne aşık olması ya nereden çıkardın şimdi bunu.” Diyorum ama bu savunma bana da inandırıcı gelmezken karşımdaki ekibe hiç değmiyor bile. Kahkahalar kesilmiyordu hayır aşık da değilim ama sonuçta bu tatilin sonunda herkes kendi hayatına dönecek. Hayatı da anı da  yaşamak gerek diye düşünüyorum.

“Tamam artık haydi bakalım hareket alalım haydi.” Diyorum ve böylece yola çıkıyoruz.

Şimdi yol boyunca içimde anlamsız bir heyecan halini seyrediyorum. Rüzgar estikçe saçlarımı geriye götürdükçe iyice kapılıyorum yola. Yol kıvrıldıkça zihnimde canlanan o tatlı hayale bırakıyorum kendimi. Aşık olmak böyle kolay mı ki? Hem de öyle birden bire. Bu olsa olsa etkilenme olabilir diye düşünüyorum. Ama ruhlarımız bir yerden birbirlerini tanıyor hissi benden hiç gitmiyor ki… Hemen kapılmamalı insan fakat akışa da güvenmeli bazen. Hep diyorum ya olacak olan ya da olan her şeyde mutlaka bir öğreti var. Boşuna bugün böyle yaşanmıyor, akışa bırakıyorum deyince de her şey daha da mucizevi oluyor.

Yola çıkarken Mengü’ye Göcek tarafına geleceğimizin haberini veriyorum o da işlerini en kısa sürede bitirip  limanda bizi bekleyeceğinin sözünü veriyor. Ekibimize yeni eklenen arkadaşımızı da alıyoruz ve devam ediyoruz. Güzel düşünceler ve hayallerle dolu yolculuğu bitirip limana yaklaştığımızda boynunda kurt motifli kolyesiyle az ilerde Mengü’yü görüyorum, göz alacak şekilde parlıyor. Hep beraber iniyoruz, selamlaştıktan sonra Mengü ile yine en son sarılıyoruz.

“Bugünlük işlerimi hallettim, sizinleyim. Hemen şuradan yat kiraladım bizim için bütün gün adaları gezip yüzeceğiz.” Diyor ve hepimiz gerçekten mutlu oluyoruz. Tüm gün denizde olma düşüncesi bana şimdiden iyi geliyor. Herkes teker teker yata biniyor yine sona ben ve Mengü kalıyoruz. Bana elini uzatıyor ve yumuşak bir hareketle kendine çekiyor. Bu yakınlığın ne kadar sürdüğünü kestiremiyorum biraz öylece kalıyorum ama diğer yandan arkadaşlarımın bu anı yakalamış olduklarını ve nasıl baktıklarını merak ediyorum. Zaten hep merak ediyorum…

“Mengü bey bize biraz rotamızdan bahsedebilir misiniz?” yüzüme tatlı biraz flörtöz bir gülümseme yayıldığını herkes netçe görebiliyor ama artık umursamama ve bu mavi yolculuğumuz boyunca takmama kararı alıyorum.

“Evet Balkın hanım ve diğer yolcularımız bugün 12 Adayı gezeceğiz. Tabii ki her koyda duracağız, yüzeceğiz. Yemek durumunu düşünmeyin yatımızda aşçımız var, kaptanımız zaten bu suların hakimidir. Dilediğimiz kadar takılabiliriz. Hiç dönmeyebiliriz.” Diyerek bana doğru bir yan bakış atıyor. Herhalde hiç dönmemeyi diliyor.

“On numara adamsın be Mengü bee.”

“ Bize de günün tadını çıkarmak düştü desene.”

“İçecek durumumuz nedir? Her içecek mevcutsa ben tamamım.”

Ekipten sesler yükseliyor, memnun yüz ifadeleri ile herkes kendine bir köşe seçiyor ve mavi seyahat başlıyor. En çok ben seviniyorum çünkü bu tatilde ekipten mutlaka bir gün mavi yolculuk yapmayı isteyecektim. İçimde en çok bunun heyecanını taşımıştım ve bunu Mengü görmüştü, duymuştu. Çok acayip bir his bu ve değerli…

“Nereden bildin böyle bir şey düşlediğimi?”

“Dün gece rüyamda gördüm.” Yine gülüyor. Mengü’nün hep böyle gülerek, esprili cevaplarına o kadar alıştım ki sorarken de ciddi bir cevap beklemiyordum zaten.

“Hayalimdir yani böyle günlerce süren bir mavi seyahat fikri… Bugün bize bu ayarladığın da düşüncelerim arasındaydı. Teşekkür ediyorum şimdiden.”

“Belki bir gün o da olur Balkın hanım rica ederim benim için bir zevk şu an. Kendini maviye bırak.”

İlk önce Tavşanlı Ada’sına geliyoruz Mengü burada yüzerken arada etrafa da bakmamızı öneriyor. Belki tavşanları görebiliriz heyecanıyla tabii ki başımı hep havaya kaldırarak yüzüyorum ve kazanıyorum. Tavşanları görünce inanılmaz heyecanlanıyorum. Çocuksu sevincime Mengü’de katılıyor bu uyumu herkesle yaşayamıyorum. Tekrar yatımıza çıkıyoruz ve diğer adaya gitmek üzere hareketleniyoruz. Bir süre daha gittikten sonra Mengü Akvaryum Ada’sına geldiğimizi söylüyor.

“Rivayet odur ki burada yüzen kişi yaşamı boyunca hep sağlıklı olacak, yaşlanmayacak ve güzelleşecektir. Senin buna pek ihtiyacın yok gibi ama bir tadına bak suyun.” Bu son cümleyi bana dönerek, gülümseyerek söylüyor. Tabii ki herkes yükseliyor. Ama benim ne kadar yükseldiğimi kimse tahmin edemiyor. O heyecanla herkes denize dökülüyor ve tabii ki ben de… Böyle şifalı suların olduğunu bilmek hissi, içine girmek hissi, hep bir mitolojiyle sarılı olma hissi… Beni ben yapan şeylerden sadece birkaç tanesi…

Mengü her fırsatta benimle yalnız kalmayı başarıyor ve en güzel anlarda köşeme çabasız, hoş iltifatları bırakıyor. Üstelik karşılık beklemeden yapıyor bunu sanki her şey olması gerektiği gibi oluyor. Bugünü hep böyle yüzdüğümüz, güldüğümüz, mavi seyahatin o eşsiz maviliğine karışmış, anı yaşamış, güneşin altınlarını tenimize aldığımız ve parladığımız bir gün olarak saklamak istiyorum. Her şeyiyle bir kavanoza koysam her hatırlamak istediğimde kokusunu çeksem içime ve yeniden o anları yaşasam… Deniz o kadar güzel ki keşke bu gece adalardan birinde kalabilsek…

Ben içimden bunları geçirirken Yassıca Ada’ya yaklaştığımızın bilgisi veriliyor burada istersek uzun uzun mola verebiliriz diye de ekliyor kaptanımız. Herkes teker teker yattan atlamaya başlıyor ve aşağıdan bana sesleniliyor. Atlama sırası ben de ama tabi travmam olduğu için atlamak konusunda tamamen geri duruyorum.

“Korkuyor musun yoksa?”

“Hayır neden korkayım sadece…”

“Sadece?”

“Travmam olduğu için çekiniyorum yani şimdi ne güzel keyfim yerinde bir daha o anları yaşamama gerek yok.”

“Hangi anlarmış bu ve anlatmak ister misin önce? İstersen elini tutarım?”

Mengü hem çok güzel yaklaşıyor, hem de cesarete sürüklüyor beni. Evet anı yaşayacağım diye söz verdim fakat çocukluğumda yaşadığım bu travmayı neden  yeni tanıştığım ve güzel de hissettiğim kişinin yanında aşmalısın diyor evren?  Bir yanım atla kurtul evet tam zamanı diyor, diğer yanım şimdi aşmak zorunda değilsin diyor. Ben bu ikilemi yaşarken gözüm Mengü’nün kurt motifli kolyesine alıyor, kurt sanki uluyor kulaklarımın içinde sesini duyuyorum ayrıca parlıyor. Mengü’yü duyamıyor gibi oluyorum bana yaklaşıyor, tedirgin olduğunu bir hayal gibi görüyorum, gözüm yine kurda alıyor, uluması giderek artıyor, yıldızları görmeye başladığımı fark ediyorum. Derin bir nefes almaya çalışarak gözlerimi sımsıkı kapatıyorum.

1 thoughts on “Muğla Koyu’nda Bir Hikaye: Mavi Seyahat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir