Yola, yolun kıvrılarak uzamasına, bu seyrin eşlikçisi rüzgara ve aşağıda uçsuz bucaksız uzanmış maviye şükrediyorum, bakmaktan kendimi alamıyorum. Gün henüz batmamış, gün sonu turuncusu bize, aracın içine karışmış, yolda tam da bu halimize, evrenden bakıldığında nasıl göründüğümüzü merak ediyordum. Büyüleyici olduğunu hatta belki de bir rüya atmosferi olabileceğini düşünüyordum. Yalnızca rüya atmosferinde mi olurdu böyle anlar? İşte bütün gerçekçiliğiyle yaşıyordum bunu ve şimdi tam da bu farkındalıkla olduğum az önceki andan bu ana gelişime şükrediyordum.
Mengü söz verdiği gibi beni gün batımına yetiştirmişti. Aracı yolun kenarına usulca park ettik. Yemekten önce bana bir yer göstereceğini söylemişti.
“Burayı görmeden dönmek sana da yakışmazdı, ben de göstermezsem benim rehberliğimden de ne olurdu?” diyor ve yine gülüyor.
“Sen bizim teklifi bir daha düşün istersen.” diyerek gülüyorum ben de bu defa.
Ayaklarımın altına uzanan sakin maviliği ve üzerinde uyumak üzere sıra sıra dizilmiş tekneler, yelkenliler ve yatları hemen yanında tatlı esintiye eşlik eden ağaçları, gün sonu turuncusuna hafifçe karışmaya başlamış pembeli morlu renklerin gökyüzüne yayılmaya başladığını hayranlıkla seyrediyorum. Burası rüyalarımda gezdiğim, sakinleşmek istediğim an gözlerimi kapadığımda oluşturduğum o büyülü atmosferin aynısı gibi. Manifestlemek kavramı sonuna kadar savunulmalı.
“Burası gerçek mi ya? Burası gerçek olamayacak kadar güzel… Neredeyiz tam olarak?”
“Kaş’ın en güzel noktasındayız. Gün doğumlarında yüzen birinin gün batımlarını da kaçırmak istemeyeceğini düşündüm.”
“Çok doğru düşünmüşsün, şimdi yeniden tanışmaya başlıyoruz.”
“Aslında hissettim desem daha doğru olur. Gün başlarken en yalın halinle tanışırken bir de günü uğurlarken nasıl göründüğünü merak ettim ve de”
“Nasıl görünüyor muşum?”
“Güneş gitmiyor sanki yerini sana devrediyormuş gibi, parıltılı.”
Güneş usulca giderken bana da bir göz kırpıp gidiyor gibi. Hayatımda aldığım en çabasız ama en romantik iltifat ayrıca beklenmedik bir anda geldiği için uzun bir süre ne diyeceğimi bilemeden bir Mengü’ye bakıyorum bir giden güneşe. Turuncu yerini iyice mora bırakıyor bu mora hafif koyu mavilikler bulaşıyor renklerin enerjisi iyice etrafımızı sarmaya başlıyor.
“Şaşırtıcı birisin teşekkür ederim, senin yanında parlamak kolay.” O son cümle birden çıkıveriyor ağzımdan. Ben de inanamıyorum… Hem biraz egolu hem böyle bir iltifat edebilen biri diye düşünüyorum, meraklanmaya başlıyorum. Sabah tanıştık ve neredeyse iki üç gündür berabermişiz gibiyiz. Tanıdıklık hissi ilk gördüğümüz anda mı başlar? İlk merhabasında mı, sohbetin akışında mı ya da ilk göz göze gelişte mi? Görüştükçe konuştukça o his yoğunlaşır evet ama ilk göz göze gelme hali ve iletişim zaten ruhların tanıştığını ve gerçek anlamda da tanışmanın zamanı geldiğinin habercisidir bence.
Ben yine kendi içimde konuşmaya başlamış giderken Mengü’nün gülümseyerek yanıma yaklaştığını fark ederek dönüyorum dünyaya. Gülümsemesi daha sıcak bir hal alıyor ve
“Biraz da böyle durursak açlıktan bayılacağız, hadi yemek yiyelim.” diyor usulca.
Bu çok flörtöz bir yemek daveti yalnız. Ne oluyor diyesim geliyor, hakikaten insan böyle ortamlarda büyüye kapılıyor ama bir sakin Balkın diyorum kendime ve uyanıp bir hadi hareketi yapıyorum kendimce.
Tekrar araca biniyoruz, yemek yerinin az önce üstten seyrettiğimiz denizin yanında olduğunu söylüyor, keyfim giderek artıyor. Kendime olduğum anın tadını çıkarmaya söz verdiğim için kimseyi ve hiçbir şeyi düşünmüyorum. Kapısı sarmaşıklarla bezeli bir giriş karşılıyor bizi, içeriye doğru girdiğimizde ise çeşit çeşit ağaçları görüyoruz. Birkaç tanesinin limon ağacı olduğunu fark ediyorum, kokusu akşam serinliğiyle oturacağımız masaya kadar eşlik ediyor.
“Aslında burayı gün batmadan da görmeni isterdim.” diyor Mengü.
“Renkler o an burada büyülü bir atmosfer yaratıyordur kesinlikle. Belki başka zaman yine gelirim.”
“Bence yeniden geleceksin, şimdi yemeklerini ve mezelerini de bir tat gelmek isteyeceğine eminim.
“Aaa ama mezeden iyi anlarım bakalım nasılmış. Övdün ve beklentiyi yükselttin Mengü bey” diyerek gülümsüyorum.
Ortaya ikimizin de ortak zevklerinden oluşan birkaç meze ve ana yemeklerimizi söylüyoruz. Yemekler, havanın tatlı ama üşütmeyen o yaz akşamı denilecek esintisi, arkada çalan Sezen’ler, Özbeğen’lere karışan dalga sesleri ve sohbetimizin keyifliliği… Her şey o kadar güzel, doğal akışında ve büyüleyici ki, etkilenmemek ya da hayran kalmamak mümkün değil. Ama biz insanlar olarak, bazen çok da sıkmamak gerekli kendimizi, bu an bir daha ne zaman ya da hangi şartlarda, kimlerle tekrar yaşanabilir ki? Bu hayat deneyiminden fazlası bu bir ödül gibi kimi zaman. Teşekkür ederim ödülüme ve olacak birçok şeye…
Saatin kaç olduğunu fark edebilmemiz için genelde birimizin telefonu çalması gerekiyor ve o hep benimki oluyor. Beraber yola çıktığım ve neredeyse tüm günümü onlarla değil Mengü ile geçirmiş olduğumu yeniden fark ediyorum.
“Gelmişler ve beni alıp yeni kamp alanına geçeceğimizi söylüyorlar ne diyeyim.”
“Buranın konumunu gönderelim istersen hem onları da görmüş vedalaşmış olurum.”
“Bu son görüşmemiz mi yani?” diyorum üzülerek ve bunu belli ediyorum. Ve üzülüyorum hakikaten bu kadar mıydı yani ? O da üzüldü mü diye alttan bakmaya çalışıyorum. Bu yaptığımı fark ederken de kendime şaşırıyorum ayrıca yani ne oluyoruz? Yine kendi içimde sorularla boğuşurken ben ve bu huyumu bir günde kapan Mengü bir yandan gülüyor ve diğer yandan beni hayata döndürse mi yoksa hiç dokunmasa mı diye şaşkınlıkla bakıyor.
“Seninle değil ekiple. Biz yine görüşürüz belki yani istersen. İster misin?”
“Yani denk gelecek miyiz bir kez daha bilemedim. Biz Kaş’a gelmiş olduk ve sen Muğla’ya döneceksin. Dönmeyecek misin ?” Sorumun cevabını bekliyor ve yavaştan ayağa kalkıp yanıma doğru geliyor.
“Şimdi tatil rotamız nasıl ilerleyecek bilmiyorum. Fakat isterim yani sen?”
“ İsterim tabii ki. Ekip ile vedalaşalım derken belki bugünkü gibi olur denk gelemeyiz demek istedim.” Gülümsemesi ve yaklaşması beni hem çok heyecanlandırıyor hem de kafamda ne oluyor bayraklarının sallanmasına sebep oluyordu.
“O zaman haberleşiriz.” Diyebiliyorum sadece ama nasıl?
“ O halde numaranızı almak istesem ilk günden numaramı aldı der kaçmazsınız değil mi Balkın hanım?”
Gülümsemesine ve şu tavırlarına öyle alıştım ki. Hayır komik olanı da sabahın ilk saatlerinde ona inanılmaz gıcık olmamdı. Acaba o ne düşünüyordu, beynini okumak istiyordum. Kaçmazdım çünkü kendimi akışa çoktan kaptırmış gidiyordum bile.
Arkadaşlarım geldi ve hep beraber aracın önüne geldik. Orada Mengü rotamızı sordu ve kendi kafasında işleriyle bizim rotamızın arasında bağlantı kurmaya çalışıyor gibiydi, yani umarım öyleydi, öyle olmasını istiyordum… Arada tabi yine soruyordum kendime ne oluyor diye ama ne oluyorsa oluyordu. Ayrıca arkadaşlarımla tatile gelmiştim ve ilk günden onlardan ayrı kalmıştım bu da beni huzursuz ediyordu. Bakalım evren bu paradoksa ne sunacaktı…
Mengü ile hepimiz tek tek sarıldık. En sona ben kalmıştım, numaralarımız aldığımızı ve gün içinde haberleşeceğimizi konuştuk ve bu gecelik vedalaştık. Aracına binmiş ve bindikten sonra hafif gülümsemeyle el sallayıp gitmemizi bekliyordu çok centilmence bir hareketti ya da ben şu an her şeye anlam yüklüyordum. Biz de aracımıza bindik ve Kaş’ta henüz güzelliğini gece olduğu için çözemediğim bir kamp alanına geldik. Dün geceki yere göre biraz kalabalıktı ama farklı bir enerjisi vardı. Çadırları kurarken arkadaşlarım bana bugün ile ilgili sorular soruyorlar, arada takılıyor gülüyorlardı. Onlara malzeme çıkmıştı hem de ben tarafından böyle konulara gülmeyeli uzun zaman olmuştu, bunun da tadını çıkarmayı öğrenmiştim.
Yatmak için hazır olduğumda önce biraz yıldızlarla konuşmak adına herkesin çadıra girmesini bekledim. Biraz onlarla sohbet ettikten sonra teker teker çadırlara döküldüler. Ve yıldızlarla baş başayım… Önce bir dilek diliyorum sonra dileğim gerçek olacak mı diye konuşmamız süreci boyunca sürekli yıldızları takip ediyorum, o arada tabi biraz içimi döküyorum. Ama en çok bugünü konuşuyorum. Bugün hakikaten tuhaftı, Mengü ile tanışmamız ve sürecinde antik kent, orada tanıştığımız Tomris ve hikayesi, gün batımı anımız… Her şey sanki planlıymış aslında ve biz hepimiz uymuşuz. Evrenin planıdır elbette fakat bu sabah o koya inmeseydim gün nasıl olurdu diye düşündüğümde aklıma bugün yaşadığımız kadar heyecan verici bir şey gelmiyor. İyi ki gelmiyor diyen içimde konuşan farklı bir sese çok kez şahit oldum bugün. Yarın ne getireceksin bilmiyorum ama lütfen her şey yine akışında ve kalbimde o sıcak akan su kadar huzurlu olsun.
Yıldızlı geceyi takip etmeye başlıyorum birden, yıldızları, geceyi… Yürüyorum. Yürüdükçe etraf değişiyor tuhaf karşılamıyorum nedense. Sanki giderek yere yaklaşan yıldızlar adete uzun ince bir yol oluşturuyor ya da ışıklı bir koridordan geçiyor gibiyim. İlerde bir kurt gördüğümü düşünüyorum, kurt mu o diye gözlerimi kısarak en ileriye bakıyorum. Kurt parlıyor çok güzel görünüyor, bana zarar vermeyecek gibi içimi kıpırdatan bir düşünce beliriveriyor. O heyecanla koşmaya başlıyorum, ona doğru. Kurt usul usul hareket ediyor umarım gitmez diye içimden geçirmeye başlıyorum, koşuyorum ama yol asla azalmıyor. Hatta gün açıyor, yıldızlar görevini yapmış gibi mucizevi bir şekilde gökyüzüne yükseliyor. Dans ediyorlar sanki onları seyrederken yollarda ayçiçekleri beliriyor. Ayçiçeklerini o kadar çok seviyorum ki burada da görünce heyecanlanıyorum. Sahi gün ne zaman açmıştı?
https://shorturl.fm/0tz13